Osmalı Kurtları

Osmanlı Kurtları Sayfasına Hoş geldiniz

28 Ocak 2013 Pazartesi

Nurettin Yıldız Hoca - Tembel Haksızdır


13 Ocak 2013 Pazar

Abdülgani Nablüsi Hakkında Genel Bilgi

Abdülgani Nablüsi Hakkında Genel Bilgi
Abdülgani Nablüsi Hakkında Bilgi
Abdülgani Nablüsi İlei lgili Bilgi
Abdülgani Nablüsi İle ilgili Genel Bilgi
Abdülgani Nablüsi Hayatı
Abdülgani Nablüsi Kimdir?
Abdülgani Nablüsi Tarihteki Önemi
Abdülgani Nablüsi Osmanlı devletine Katkıları Nelerdir?
 
ABDÜLGANÎ NABLÜSÎ
Osmanlılar devrinde yetişen büyük âlim ve velî. 1640 (H. 1050)’de Şam’da doğdu. 1731 (H. 1143)’de Şam’da vefât etti. Doğumuna yakın Şam’da bulunan büyük bir velî; onun büyük bir âlim olacağını müjdeleyip isminin Abdülganî konmasını söylemiştir. O âlimin sözünü tutarak, doğan çocuğuna Abdülganî ismini veren babası, ona küçük yaşta Kur’ân-ı kerîm okumayı öğretti. On iki yaşına kadar İslâm terbiyesi vererek büyüttü. On iki yaşında babası vefât edince, ilim tahsiline başladı ve zamanının meşhur âlimlerinden ders aldı. Aklî ve naklî ilimlerde yüksek derecelere ulaştı. Nahiv, meâni, beyân ve sarf ilimlerini Şam’da oturan Şeyh Mahmûd-i Kürdî’den; fıkıh ve usûl-i fıkıh ilimlerini Hanefî âlimi Şeyh Ahmed-i Ka’î’den; hadis ve ona âit ıstılahları, Hanbelî mezhebi âlimi Abdülbâkî’den; tefsîr ve nahvi Şeyh Mahmûd-ı Mehâsinî’den okudu. Bütün bu hocaları, ona icâzet (diploma) verdiler. Ayrıca Necmüddîn-i Gazzî’nin dersine de devam ederek icazet aldı. Bunlardan başka; Şeyh Muhammed bin Ahmed el-Üstüvânî, Şeyh İbrâhim bin Mensur el-Fettâl, Şeyh Abdülkâdir bin Mustafa es-Safûrî, Şam’da nakîb-ül-eşrâf seyyid Muhammed bin Kemâleddîn el-Hüseynî el-Hasenî bin Hamza, Şeyh Muhammed el-Aysâvî, Hüseyn bin İskender er-Rûmî, Şerh-ut-Tenvîr kitabının müellifi Şeyh Kemâleddîn-i Aradî ve Muhammed bin Berekât el-Kevâfî gibi pek çok âlimden ders alıp, ilim tahsil etti. Mısır’da Şeyh Ali Şebrâmelîsî de ona icazet vermişti. Tasavvufta, Kâdiriyye yolunu seyyid Abdürrezzâk el-Hamevî el-Geylânî’den, Nakşibendiyye yolunu da, Şeyh Sa’îd el-Belhî’den tâlim eyledi. Bu iki yolun feyz ve marifetlerine kavuştu. Evliyâlıkta yüksek derecelere erişti.

Yirmi yaşında ders vermeye ve kitap yazmaya başladı. Hicaz, Mısır ve İstanbul medreselerinde müderrislik yaptı.
Abdülganî Nablüsî hazretleri sabahleyin erkenden Câmi-i Ümeyye’ye gidip, çeşitli dersler okutur; ikindiden sonra da, Câmi-i Sagîr’e devam ederdi. Sonra, İmâm-ı Nevevî’nin, Hadis-i Erba’în, Ezkâr-un-Neveviyye ve başka eserlerini okuturdu. Sonradan bu hâlini terk ederek yedi sene müddetle, Şam’daki Ümeyye Câmii yakınındaki evinden dışarı çıkmadı. Evinde, Muhyiddîn-i Arabî’nin ve Afîfüddîn-i Tilmsânî’nin tasavvufta ilgili eserlerini tedkîk ve mütâlâa ederek, feyz ve bereketlerine kavuştu. Devamlı ibâdet ve istiğfar ile meşgul olduğundan, şaşılacak yüksek hâllere kavuştu. Ledünnî marifetlere erişti. Zahirî ve bâtınî ilimlerde çok yükseldi. Rabbinin ihsânları, yağmur gibi üzerine yağdırıldı. Kalb gözü açıldı. Sonra yeniden ilim öğretmeye, vâz ve nasîhata, insanlara doğruyu anlatmaya başladı. İkbâl ve şöhreti o kadar yükseldi ki, kapısı, feyz ve bereketlerine kavuşmak isteyenlerle dolup taştı. Uzaktan ve yakından, bölük bölük insanlar ona geldiler. Herkes ondan ilim öğrenmeye ve makbûl olan duâsından istifâde etmeye çalışıyordu. İlim talebeleri ve tasavvuf yolcuları, onun evini sığınak yapmışlardı.
Abdülganî Nablüsî, 1664 (H. 1075) senesinde İstanbul’a gelip, bir müddet burada kaldı ve ders okuttu. 25 yaşlarında Bağdâd’a giderek bir müddet orada kaldı. Gerek zamanının meşhur evliyâsını tanımak ve sohbetlerinde bulunmak, gerekse önceki evliyânın kabirlerini ve mukaddes makamları bulup ziyaret etmek maksadı ile, bir çok yerlere gidip, bilhassa kendi memleketi dâhilinde seyahatler yaptı.
Yûsuf-i Nebhânî, Câmiu kerâmât-il-evliyâ adındaki eserinde diyor ki: “Abdülganî hazretleri, Hanefî mezhebi âlimlerinin büyüklerinden, marifet sahibi evliyânın meşhûrlarındandır. Çok hârika ve kerâmetler sahibidir. En büyük kerâmeti, sayılamayacak kadar çok kitap yazmasıdır. Eserlerinin hepsi güzeldir. Hayâtında ve vefâtından sonra çok kerâmetleri görülmüştür. O, zamanının kutb-ı aktâbı idi.”
Abdülganî Nablüsî İslâm âleminde en çok kitab yazan âlimlerdendir. Yüz seksenden fazla eseri olup, her biri mevzûsunda kıymetlidir. Tarîkat-i Muhammediyye kitabına yazdığı Hadîkat-ün-Nediyye adlı şerhi çok kıymetlidir. Bu kitabı, Keşf-ün-nûr an eshâb-il-kubûr ve dört mezhebe uymanın lâzım olduğunu anlatan Hulâsât-üt-tahkik fî beyânı hükm-it-taklîd vet-telfik adlı eserleri Hakikat Kitabevi tarafından İstanbul’da neşredilmiştir.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
 1) Mu’cem-ül-müellifîn; cild-5, sh. 271
 2) Silk-üd-dürer; cild-3, sh. 30-38
 3) Esmâ-ül-müellifîn; cild-1, sh. 590
 4) Acâib-ül-âsâr (Cebertî, Mısır-1982); cild-1, sh. 154
 5) El-A’lâm; cild-4, sh. 32
 6) Sefînet-ül-evliyâ; cild-1, sh. 94
 7) Câmiu kerâmât-il-evliyâ; cild-2, sh. 85
 8) Kâmûs-ül-a’lâm; cild-4, sh. 3080, 3083
 9) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; sh. 1023
10) Rehber Ansiklopedisi; cild-1, sh. 24
11) Fâideli Bilgiler; sh. 170
12) Kıyamet ve Âhiret; sh. 190
13) Herkese Lâzım Olan îmân; sh. 43
14) Brockelmann; sup-2, sh. 473
15) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; cild-17, sh. 146

Bakara Süresi 153. Ayet Sabıredenler

Ottoman - Ey Osmanlı Sabret Şuan Çile günlerini yaşıyorsun sabret Ki bilesin Allah Bize Aşağıdaki ayete bildiriyor

Ey îmân edenler! Sabır ve namazla istiane (özel yardım) isteyin. Muhakkak ki Allah, sabredenlerle beraberdir. Bakara Süresi 153. ayet

12 Ocak 2013 Cumartesi

Allah Sabredenler İle beranerdir.!!!

Allah Sabredenler İle beranerdir.!!!
Dini Resim Suriyeli Kardeşlerimizin Dua ettiği an Allah Sabredenlerle beraberdir..  Bu Dünyanın Bir Osmanlı adaletine ihtiyacı var... Bir Fatih, Bir Mahmud Bir Süleyman... hazerelerine İhityacı var... Dualarınızı Eksik Etmetin Ey Osmanlı Torunları Unutmayalım Ki bizler Müslümanız.. kardeşiz....



11 Ocak 2013 Cuma

Abdülfettah-I Bağdadi Akri Hakkında Geniş Bilgi

Abdülfettah-I Bağdadi Akri Hakkında Geniş Bilgi
Abdülfettah-I Bağdadi Akri Hakkında Bilgi
Abdülfettah-I Bağdadi Akri İle ilgili Geniş bilgi
Abdülfettah-I Bağdadi Akri İle ilgili Bilgi


ABDÜLFETTÂH-I BAĞDADÎ AKRÎ

İstanbul’daki âlim ve evliyânın, Eshâb-ı kiramdan sonra en üstünlerinden. 1778 (H. 1192) senesinde doğdu. Mevlânâ Hâlid-i Bağdadî hazretlerinin talebelerinin üstünlerindendir. Tasavvufda yüksek derecelerin sahibi olduğu gibi, fıkıh ilminde de büyük âlim idi. İstanbul halkı senelerce ilminden istifâde etti. 1864 (H. 1281) senesinde Muharrem ayının dokuzunda Cum’a günü vefât etti. Abdülfettâh hazretleri, küçük yaşta Bağdâd’ın tanınmış âlimlerinden ilim öğrenmeye başladı. Çok zekî idi. Kısa sürede Kur’ân-ı kerîmi ezberledi. Gayret ve devamlı çalışması ile arkadaşlarının ve hocalarının dikkatini çekti. Genç yaşta tefsîr, hadîs ve fıkıh ilimlerinde mütehassıs bir âlim oldu. Fıkıh ile ilgili mevzuları cevaplandırmada meşhur idi. Din ilimlerinde kendisini yetiştiren Abdülfettâh-ı Bağdadî hazretleri tasavvufta da yetişmek istedi. Asrının en büyük âlimi, İslâm bilgilerinin mütehassısı Mevlânâ Hâlid-i Bağdadî hazretlerine talebe oldu. Hocasının her emrini yerine getirmek için canla başla çalıştı. Meşakkat ve sıkıntılara çok katlanırdı. Hocası Mevlânâ Hâlid-i Bağdadî (r. aleyh) onu, İstanbul’daki zamanın sultânına iki defa gönderdi. Bu yolculuklarının ikisinde de yaya gidip geldi. Memleketinde ve seferde Mevlânâ Hâlid hazretlerinden hiç ayrılmazdı. Hocasının evine girer çıkar, hizmetini ve işlerini görürdü. Hilâfet-i mutlaka ile me’zun oldu. Şeyh Abdullah-ı Hirâtî vefât edince, onun yerine ders vermeğe başladı. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin ilminin derinliği, evliyâlık derecesinin üstünlüğü, dünyânın her tarafına yayılmıştı. Dünyânın her yerinden talebeler akın akın Mevlânâ Hâlid hazretlerinin ilminden istifâde etmek için Bağdâd’a geliyorlardı. İstanbul’dan da talebelerin pek çoğu Bağdâd’a gidiyordu. İsteklilerin hepsinin Bağdâd’a gitmesi mümkün değildi. Mevlânâ Hâlid hazretleri, bunu telâfi etmek için Abdülfettâh-ı Bağdâdî’yi İstanbul’a gönderdi. Abdülfettâh (r. aleyh) İstanbul’a gelerek, Üsküdar semtinde Karacaahmed Kabristanı ile Bağlarbaşı arasında, Nuh kuyusu mevkiindeki dergâha yerleşti. Bunu işitenler dergâha akın ettiler. Kısa zamanda, devlet erkânından vezirler, komutanlar, paşalar, âlimler, talebesi oldu. Senelerce hizmette bulunup bir çok insanın ilâhî nîmetlere kavuşmasına sebeb oldu. Vefâtından bir kaç gün evvel, talebeleri ve tanıdıkları ile helallaşmış ve vasiyetini bildirmiştir. Mezarı, Üsküdar’da, Eski Vâlide Câmii’nden Karacaahmed mezarlığına çıkan yol ile Selimiye-Bağlarbaşı caddesinin kesiştiği köşedeki, Şeyhülislâm Ârif Hikmet Bey’in kabristanının batı köşesindedir. Eshâb-ı kiram (r. anhüm) hâriç, Edirnekapı ile Eyüp arasındaki Murâd-ı Münzâvî ve Zeyrek’teki Mehmed Emîn Tokâdî hazretleri ile birlikte İstanbul’da bulunan en yüksek üç evliyâdan biridir. Sevenler kabrini ziyaret ederek, rûhâniyetinden istifâde etmektedir. ¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾ 1) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; sh. 971 2) Rehber Ansiklopedisi; cild-1, sh. 23 3) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; cild-17, sh. 270

Abdülezel Paşa Hakkında Geniş Bilgi

Abdülezel Paşa Hakkında  Geniş Bilgi
Abdülezel Paşa Hakkında  Bilgi
Abdülezel Paşa İle ilgili Bilgi
Abdülezel Paşa İle ilgili Geniş Bilgi
Abdülezel Paşa Kimdir?
Abdülezel Paşa Hayatı?



ABDÜLEZEL PAŞA
Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında yetişen kıymetli bir paşa. İkinci Abdülhamîd Han’ın kahraman ve şehîd kumandanlarındandır. 1827 (H. 1243) senesinde Konya’nın Hadim kazasında doğdu: 1897 (H. 1315) senesinde yapılan Osmanlı-Yunan harbinde şehîd düştü.
Abdülezel Paşa on altı yaşında iken er olarak orduya girip asker oldu. On iki sene kadar Arabistan’da kalıp, Osmanlı ordusunda sadâkatla hizmet etti. Bu sâdık ve gayretli hizmetleri neticesinde çok sevilip subaylık rütbesi verildi. 1853’de Hüsrev Paşa’nın yâveri olarak Kırım muhârebesine katıldı. 1857’de Karadağ, 1868’de Girid isyânlarını bastırmak için vazîfe aldı. Gösterdiği başarılar üzerine her vazifesinin akabinde bir rütbe, çeşitli nişanlar ve madalyalar verildi. 1872 senesinde binbaşı rütbesi ile Giresun taburuna tâyin edildi. Bu taburla birlikte Sırbistan muhârebesine katıldı. Bu seferde, Aleksin mevkiindeki savaşta büyük kahramanlık gösterdi.
Plevne muhârebesine de katıldı. Bu sırada Mirliva yâni albay idi. Târihimizin altın sayfalarından olan Plevne müdâfaasında Gâzi Osman Paşa’nın mert ve kahraman silâh arkadaşlarından biri de Abdülezel Paşa idi. Bu savaşta da fevkalâde kahramanlık gösterdi. İstanbul’a dönünce, İkinci Abdülhamîd Han, Abdülezel Paşa’nın göğsüne kendi eliyle müstesna bir kahramanlık nişanı olan Plevne madalyasını taktı.
Abdülezel Paşa bundan sonra, jandarma teşkîlâtına tâyin edilerek Hicaz’a gönderildi. Bir müddet sonra tekrar İstanbul’a geldi ve paşalığa yükseldi.
Anadolu terbiyesi ile büyüyen ve erlikten paşalığa yükselen bu köylü çocuğu, dînin emirlerine bağlı sâlih bir müslüman idi. Kur’ân-ı kerîmi ezberlemişti. Sesi güzel olup, serî okurdu. Yakın dostları onun devamlı hatim okuduğunu ve buna aralıksız elli sene devam ettiğini söylemişlerdir. Memleketi Hâdim’i ziyarete geldiğinde, dostlarından birine; “Cenâb-ı Hak, hafızlık nîmeti ve paşalık gibi iki rütbe bahşetti. Şimdi bir üçüncüsünü istiyorum, o da şehîdlik rütbesidir!” diyerek şehîd olma arzusunu dile getirmiştir.
Abdülezel Paşa, 1897 senesinde vuku bulan Osmanlı-Yunan harbinde Alasonya ordusunun İkinci tugay kumandanı idi. Yirmi altıncı ve son defa savaşa katılıyordu. Savaş başlar başlamaz, Yunan kuvvetleri Osmanlı hududlarına hücum etti. Ordusuyla Alasonya’da bulunan ve hücuma geçmek üzere hazır bekleyen Abdülezel Paşa, hücum emrini alır almaz, birliği ile Pınarhisar’a yürüdü. Hududa ulaşınca, bir avuç Osmanlı askerinin, hudut kulelerine hücum eden Yunan kuvvetlerine karşı kahramanca dövüştüğünü gördü. Üzerlerine yağmur gibi mermi ve top gülleleri yağdığı hâlde kahraman Osmanlı askerleri bu dehşetli hâle aldırmadan müdâfâ ediyorlar ve şehîdlik mertebesine, sevinerek koşuyorlardı. Abdülezel Paşa, bu hâli görünce hemen harekete geçti. Ancak düşmanın açtığı şiddetli top ateşinden bir türlü kulelere yanaşılmıyordu... Hiddetinden yerinde duramayan Paşa; “Aman yâ Rabbî! Cayır cayır yandıklarını ve şehîd düştüklerini görüyoruz da yardım için birtürlü yanaşmaya fırsat bulamıyoruz. Vatan evlâtları kulelerde mahvolacak. Ah bir akşam olsa, ortalık kararsa!” diye çırpınıyor ve çok üzülüyordu. Nihayet beklediği zaman geldi ve ortalık karardı. Hemen bir tabur asker alıp kulelerdeki askerleri kurtardı. Bundan sonra sabaha kadar tugayını mevzilere yerleştirip, savaşa hazır hâle soktu. Sabahın erken saatlerinde Yunan mevzilerini topçu ateşi altına aldı. Bir müddet sonra birliğine hücum emri verdi. Artık silâhlar konuşuyordu. Abdülezel Paşa, emrindeki tugayı ile düşmana yaklaştıkça, düşman adım adım geri çekiliyor ve bâzan da aniden saldırıyordu. Abdülezel Paşa’nın birliği, saldırılara kahramanca karşı koyuyor ve düşmanı püskürtüyordu. Abdülezel Paşa askerleri ile devamlı ön cephede çarpıştığından, yanındaki kumandanlar; “Paşa hazretleri, biraz geri çekilseniz! Düşman mermileri etrafınızda uçuşuyor!” dediler. Bunun üzerine Abdülezel Paşa şöyle dedi: “Ey oğul! Eceli gelmeden insan ölmez. Ben elli senedir böyle savaştım! Hamdolsun hiç bir şey olmadı. Hep şehîd olmayı aradım fakat kavuşamadım! Keşke şimdi kavuşabilsem. Ölmek korkusu ile yerimi terkedip geri çekilemem!...” Abdülezel Paşa, mermi sesleri arasında gür sesiyle emrindeki birliği teşvîk etmek için bir hitabede bulundu. Abdülezel Paşa, emrindeki birliğe yaptığı bu konuşma ile askeri şevke getirdi ve birden bire atına atlayıp mahmuzlayarak hücum etti. Emrindeki birlik de aynı arzu ile kendisini tâkib etti. Artık, Yunan askeri kaçıyor, kahraman Türk askerleri, Allah Allah nidalarıyla düşmanı kovalıyorlardı. Abdülezel Paşa yetmiş yaşında olmasına rağmen delikanlı çevikliğiyle at sürüyor, silâhını doğrultup kurşun atıyordu. Sonunda alnına bir düşman kurşunu isabet etti. Kanlar içinde yıkılmadan atının yelesine yapışarak bir müddet daha gitti. Mertebelerin en yücesi olan şehîdliğe kavuşmuştu. Durumu anlıyan Gemlik tabur komutanı onu atından indirdi. Sanki güler gibiydi, önce Pürnartepe’ye defnedildi. Sonra Alasonya’ya naklolundu. Kahramanlıkları dilden dile anlatılan bu şehîd kumandanın kabri üzerine, Sultan Abdülhamîd Han bir türbe yaptırdı (Bkz. Yunan Harpleri).
BİR ŞEHÎDÎN SON SÖZLERİ!..
Abdülezel Paşa, şehîd olduğu son savaşında askerlerine şöyle hitâb etmiştir. “Askerlerim! Yiğitlerim! Kahraman evlâtlarım? Dînimize, namusumuza ve vatanımıza göz diken düşmana haddini bildirmenin tam zamanıdır! Bilirsiniz ki hâinler korkak olur. Biz düşman üzerine yürürsek onlar kaçarlar. Hep beraber Allah, Allah! diyerek hücum edelim!...”
Sonra da Papalivata, Tırpan ve Misfaki tepelerini göstererek şöyle dedi: “Aslanlarım! Şu gördüğünüz tepenin zaptı bizim için çok mühim ve pek şanlı bir muzafferiyet kazandıracaktır. Siz ki Milona geçidi gibi en zor geçidi aşıp, en çetin yerlere hücum ederek Osmanlı’nın kahramanlığını bütün cihâna gösterdiniz. Siz kahramanların evlâtlarısınız. Allahü teâlânın yardımı ile, şu tepenin Üzerinde vuku bulacak kahramanca bir hücumla zâten gözü yılmış olan düşmanı tamamen perişan edeceğinizi, sancağımızı oraya dikerek Osmanlının şânını yücelteceğinizi ümîd ediyorum. Eğer bu tepeyi zaptederseniz önümüzde çiçeklerle süslenmiş geniş bir zafer sahrası açılacak. Bütün İslâm âlemi ve Osmanlılar, sizin bu kahraman muzafferiyetinizden dolayı ilân-ı şükran ve iftihar edeceklerdir. Analarınız sizi bugün için doğurdu, bugün için büyüttü!
Yeryüzünde bulunan bütün müslümanların kıymetli halîfesi şevketli pâdişâhımız Abdülhamîd Han hazretleri sizi bugün için yetiştirdi. Vatan bugün sizden fedâkârlık bekliyor! Hülâsa bugün şan ve namus, devlet ve millet sizin süngülerinizle ayakta duracaktır...
Eğer arslanlar gibi bir hücumla şu tepeyi zaptedecek olursanız, namusu korumuş ve vatanı yüceltmiş olursunuz. Devletimizin gelecekteki zaferlerine de öncülük etmiş olacaksınız.
Asker evlâtlarım! Size son bir vasiyetim vardır ki, bu vasiyetimin yerine getirilmesini rica ederim! Eğer ben şu tepeyi zaptettiğinizi ve oraya hâkim olduğunuzu görmeden şehâdet şerbetini içersem, benim cesedimi şehîd olduğum yere defnetmeyin. Bu tepeyi mutlaka ele geçirin ve benim için o tepe üzerinde bir kabir kazarak oraya defnedin! Şayet bu tepeyi ele geçiremeyecekseniz, bırakın cesedim bu topraklar üzerinde kurtlara kuşlara yem olsun!
Evlâtlarım! Sizin dağları aşan hücumunuza böyle tepeler elbette dayanamaz. Bu bakımdan mutlaka bu tepeyi zaptetmenizi istiyorum!..
Tevfîk-i ilâhî rehberimiz, imdâd-ı peygamberi yaverimiz, teveccühât-ı celîle-i hazret-i hilâfet-penâhî, fark-ı iftihârımız da efserimiz (tacımız) dır. Haydi arslanlar! Arş ileri dâima ileri...”
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
 1) 1897 Osmanlı-Yunan Harbi (G. Kurmay Başkanlığı Yayını, Ankara); sh. 97
 2) Resimli Târih Mecmuası; sh. 3002
 3) Şehîd-i Mübeccel Abdülezel Paşa’nın Hayâtı ve Şehâdeti (Mustafa Özkul, İstanbul-1975)
 4) Hadim ve Hâdimiler Bibliyografyası (Nûman Hâdimoğlu, Ankara-1983); cild-1, sh. 147