Abdullah-i İlahi Hakkında Genel Bilgi
Abdullah-i İlahi Hakkında Bilgi
Abdullah-i İlahi İle ilgili Bilgi
Abdullah-i İlahi İle ilgili Genel bilgi
Abdullah-i İlahi Kimdir?
Abdullah-i İlahi Hayatı
Anadolu’da yetişen evliyânın
büyüklerinden. İsmi, Abdullah’dır. Molla İlâhî, Şeyh-i Simâvî lakablarıyla
tanındı. O zamanki adıyla Germiyan vilâyetinin (Kütahya) Simav kasabasında
doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. 1490 (H. 896) târihinde Rumeli Vardar
Yenicesi’nde vefât etti. Kabr-i şerifi oradadır. Evliyâ Çelebi, seyahatnamesinde
Molla İlahî’nin dîne hizmetlerinden ve kabrinin ziyaret edildiğinden
bahsetmektedir.
İlk tahsîlini doğduğu yerde yapan
Abdullah-i İlâhî, sonra ilim ve irfan merkezi İstanbul’a giderek Zeyrek
Medresesi’ne kaydoldu. Aklî ve naklî ilimlerde yükseldi. Zamanın en meşhur
âlimlerinden olan ders okuduğu hocası Alâaddîn Tûsî ile birlikte İran’a gitti.
Kirman’da hocasının derslerine devam etti. Bundan sonra Semerkand’a gidip
zamanın mürşîd-i kâmili ve evliyânın büyüğü, Ubeydullah-ı Ahrar hazretlerine
talebe olup sohbetlerine kavuştu. Ondan feyz alıp, tasavvufda yetişti. İcazet
aldıktan sonra hocasının işareti ile Buhârâ’ya geçip Şâh-ı Nakşibend
hazretlerinin kabrini ziyaret ederek bir seneye yakın ibâdet ve tefekkürle
meşgul oldu. Böylece Nakşibend hazretlerinin rûhâniyetlerinden de feyz alıp,
olgunluğa erişti. Öyle ki, Behâeddin-i Buhârî (r. aleyh) kabrinden çıkıp ona
gözükür, o da hâlini, rüyalarını anlatır, tâbirini dinlerdi. Abdullah-ı İlâhî,
bir müddet sonra Semerkand’a hocasının yanına döndü ve sohbetlerine devam etti.
Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri ona icazet verdi ve Anadolu’da vazifelendirdi.
Yolda zamanın evliyâsından Molla Abdurrahmân Câmî ile Herat’ta görüştü. Sonra
memleketi olan Simav’a yerleşti. Simav’da bir dergâh kurup, burada insanın
olgunlaşmasını, îmânın vicdânîleşmesini sağlayan Ahrâriyye yolunun edeblerini
öğretti.
Osmanlı veziri ve kazasker Manisalı
Çelebi Muhyiddîn Efendi’nin ısrarlı davetleri üzerine İstanbul’a gitmeye razı
oldu. Vezir Muhyiddîn Efendi’nin kendisi ve talebeleri için hazırladığı yerlerde
oturmayı kabul etmeyip, Zeyrek Câmii’nin boş ve viran hâldeki medresesine
yerleşti. Kısa zamanda herkesin mürâcât kaynağı oldu. İstanbul’daki evliyânın
büyüklerinden Şeyh Vefâ ile görüşüp sohbette bulundu. Bir müddet Zeyrek Câmii
Medresesi’nde ilim ve feyz saçtıktan sonra Evrenoszâde Ahmed Bey, onu Rumeli’de
Vardar Yenicesi’ne götürmek istediğini arzetti. Yerine Semerkand’dan Anadolu’ya
getirdiği talebesi Seyyid Ahmed Buhârî’yi bırakarak, bu daveti kabul edip Vardar
Yenicesi’ne gitti. Evrenoszâde’nin yaptırdığı hânekâha yerleşti.
Abdullah-i İlâhî, ömrünün sonuna
kadar Rumeli Vardar Yenicesi’nde ikâmet edip, insanları manevî olgunluğa
ulaştırmakla meşgul oldu. En meşhur talebeleri Emîr Ahmed Buhârî, Muslihiddîn
Tavîl ve Âbid Çelebi’dir. Vardar Yenicesi’nde kıymetli eserler te’lif etti. Onun
sebebiyle o belde îmâr gördü. Câmiler, hanlar, ziyâretgâhlar yapıldı. Abdullah-i
İlâhî, mütevâzî, güzel ahlâk sahibi bir zât olup, çok kerâmetleri görüldü.
Âbid Çelebi anlatır: “Abdullah-i
ilâhî’nin huzurunda bir müddet kalıp sohbetlerine devam ettim. Kalbim açılmadı.
Şeyh Muhyiddîn-i İskilîbîye gitmeye karar verdim. Bir gün câmide namaz
kılıyordum. Aklımda hep bu düşünce vardı. Hocam da yukarıda namaz kılıyordu.
Namazdan sonra bana dönüp; “Seni, namaz kılarken Muhyiddîn-i İskilîbî’nin
şeklinde gördüm” buyurdu, özür diledim. Elini öptüm ve hizmetini nîmet bilip
ayrılmadım. Gün geçtikçe gönlüm aydınlandı. Ard arda gelen feyzlerine
kavuştum.”
Abdullah-i İlâhî’nin en meşhur
eserleri şunlardır: 1- Keşf-ül-Vâridât li tâlib-il-kemâlât ve
gâyet-id-Derecât. 2- Meslek-üt-tâlibîn vel-vâsilîn: Tasavvufî bir eser
olup, Türkçe yazılmıştır. Yazma bir nüshası Süleymâniye Kütüphânesi Lala İsmâil
kısmı No: 140’da mevcuddur. 3- Zâd-ül-müştâkîn: Vardar Yenicesi’ne gittikten
sonra kaleme aldığı tasavvufî bir eser olup, yüzden fazla tasavvuf ıstılahının
açıklamasıdır. Süleymâniye Kütüphânesi İbrâhim Efendi kısmı No: 420’de bir
nüshası vardır. 4-Esrârnâme: Süleymâniye Kütüphânesi Hâşim Paşa
kısmı No: 203’de bir nüshası vardır. 5- Risâle-i
Vücûd: Vahdet-i vücûd mevzuunu îzâh için kaleme alınmıştır. Arabça
olup, Süleymâniye Kütüphânesi Mihrişah kısmı No: 203’de bir nüshası vardır. 6-
Risâle-i
Ehâdiyye: Fârisî dille yazılmıştır. Hadarât-ı hams, âlem-i ceberut,
âlem-i lâhût, âlem-i hakâik, cem’ul-cem’, gayb-ul-meçhûl, mâhiyet-ül-mâhiyyât,
hüviyyet-i gayb, ehadiyyet gibi terimler açıklanmıştır. Şehîd Ali Paşa
Kütüphânesi No: 1390’da bir nüshası vardır. 7- Menâzil-ül-kulûb: Rûzbihân-ı Baklî’nin Risâle-i
kuds adlı eserine Farsça yaptığı şerhtir. Bu şerh, Muhammed Takî’nin
Rûzbihânnâme adlı eserinin içinde yayınlanmıştır
Tahran-1968).
Kenz-ül-esrâr,
Necât-ül-ervâh, Risâle-i Molla İlâhî veya Risâle-i Es’ile ve Ecvibe ve
Mi’râciyye eserleri
de Molla İlâhrye nisbet edilmektedir.
Molla İlâhî’nin Türkçe eserleri
onbeşinci yüzyıl Türk nesri bakımından çok önemlidir.
ÖYLE BİR TÖVBE ETTİ Kİ!..
Abdullah-i İlâhî bir gün sohbet
ederken, söz, çalışmak ve gayretten açılmıştı. “İnsan çalışıp, gayret
göstermedikçe olgunlaşamaz ve bir mertebeye ulaşamaz” buyurmuşlardı. Bu sırada
sohbetinde bulunan bir âlim, bu sözleri işitince, kendi kendine bu sözü
kabûllenmeyip, at hırsızı kıssası diye bilinen bir hâdiseyi hatırladı. Peki onun
hâli nasıl oldu diye düşündü. Abdullah-i İlâhî, o âlimin kalbinden geçen
düşünceleri kerâmetiyle anlayıp, o ânda ona doğru dönüp şöyle dedi: “Söylediğim
söze, at hırsızlığı yapan kimsenin hâli ile karşı çıkmak hâtıra geldi değil mi?
Fakat ona da cevap vardır.” Sonra sohbetinde bulunanlara dönüp; “Hiç o hâdiseyi
işiteniniz var mıdır?” diye sordu. Sohbette bulunanlar; “Duymadık” deyince
anlatmaya başladı: “Parasız kalan bir hırsız, geceleri at çalıp satardı. Ömrünü
böyle heba ederdi. Bir defasında da, bulunduğu şehrin en büyük âlimi ve evliyâsı
olan bir zâtın atını çalmak üzere ahırına girmişti. Tam atı çözüp götüreceği
sırada ahırın duvarlarından biri yarılıp içeriye bir nûr yayılmıştı. Bu nûr
içinde, iki nûr yüzlü zât gözükmüş, hırsız bu hâl karşısında, kendini hemen at
gübrelerinin arasına atıp gizlenmiş. Korku ve telaş içinde boğazına kadar gübre
içine gömülmüş. Bu sırada ahırın duvarlarından biri daha yarılmış, daha parlak
bir nûr gözükmüş. Bu nûr arasından da, o zamanın kutbu ve büyük bir evliyâsı
olan ev sahibi (atların sahibi) çıkmıştır. Önce gözüken iki zât onu görünce,
hürmet göstererek selâm vermişler. Atların sahibi zât, o iki kişiye niçin
geldiklerini sorunca; “Falan evliyâ arkadaşımız vefât etti. Onun yerine kimi
tâyin edeceğiz? Size arzetmek istedik” dediler. Atların sahibi olan zât; “Onun
yerine” at hırsızlığı yapan kişiyi tâyin ettik” dedi. Soran iki zât da, evliyâ
olup, ricâl-ül-gayb denilen velîlerden idiler. O at hırsızlığı yapmaya gelen
kimsenin, at gübreleri arasına gömülüp saklandığını biliyorlardı. Hemen yanına
vanp, onu gübreler arasından çıkardılar; gönlünü alıp, tebrik edip,
kucakladılar. Atların sahibi ve zamanın kutbu evliyâ zâtın da yanına gelip,
elini öptüler. Sonra hep birlikte vefât eden arkadaşları evliyâ zâtın cenazesini
kaldırmaya gidip, cenaze namazını kıldılar ve
defnettiler.”
Abdullah-i İlâhî, sohbetinde
bulunanlara bunu anlattıktan sonra şöyle dedi; “Şimdi at hırsızlığı yapmaya
giden kimse, nasıl bir çalışma yaptı da ricâl-ül-gayb denilen evliyânın üçler
yoluna girip, onlardan oldu diye bir suâl hâtıra gelmesin. Çünkü o zavallının, o
zâtlar yanına girdiklerinde, şaşkınlığından ve mahcubiyetinden gübreler arasına
saklanıp, ne kadar zorluk ve ne kadar şiddetli pişmanlık duyduğu bellidir.
Kurtuluş yolu kalmadığını kesinlikle anlayınca, at çalmak üzere harama
yönelişinden dolayı bütün kalbiyle pişman olup, o zamana kadar yaptığı işlere
öyle bir tövbe etti ki, işlediği kötü işlerden gönlü temizleniverdi. Allahü
teâlâya yönetip riyazet çeken kimseler, onun o ânda yaptığı tövbeyi nice seneler
yapamaz.” Abdullah-i ilâhî hazretlerinin bu güzel izahını ve tatlı sözlerini
dinleyince, sohbetin başında kalbinde bâzı itirazlar bulunan o âlim kimsenin,
içindeki şüphe ve yanlış düşünceleri temizlendi. Abdullah-i İlâhî’nin elini
öpüp, özür diledi ve sevenlerinden oldu.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Nefehât-ül-üns tercümesi (Lâmii Çelebi,
İstanbul-1289); sh. 460
2) Şakâik-i Nu’mâniyye Tercümesi; sh.
262
3) Seyehatnâme (Evliya Çelebi, İstanbul-1318);
cild-8, sh. 175
4) Tezkiret-i Latîfi; sh.
50
5) Osmanlı Müellifleri; cild-1, sh.
91
6) Sefînet-ül-evliyâ (Hüseyin Vassâf Halveti,
Süleymâniye Kütüphânesi, Yazma bağışlar No: 2305); cild-1, sh.
29
7) Güldeste-i Riyâz-ı İrfan (İsmâil Beliğ,
Bursa-1302); sh. 140
8) Tâc-üt-tevârih
9) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; sh.
1079
10) İslâm Âlimleri
Ansiklopedisi; cild-11, sh. 214
11) Kâmûs-ül-a’lâm;
cild-4, sh. 3099
12)
Fevâid-ülbehiyye; sh. 145
13)
Şezerât-üz-zeheb; cild-7, sh. 358
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder